17.10.11

bulaşık makinası

ben böyle havaları sevmezdim. karanlık havaları...

sabahları kalkamama gibi bir sorunum yoktu. haftanın her günü saat yedide kalkıyorsanız artık bir saate ya da alarma ihtiyacınız yoktur. makinalaştığımın farkına varmamı sağlayan ilk belirti buydu sanırım.

o temmuzun yapışkanlığı üstümde, üzerime en son ne zaman yıkandığını bir türlü hatırlayamadığım bez parçasını geçirip çıkardım hızla. hızlı olmalıydım çünkü her sabah yürümem gereken beş kilometrelik yolum vardı benim.

sabahları erken kalkıp, üstüne bir de sabah yürüyüşü yapan yaşlı ama dinç bedenleriniz beni imrendirdiği için değil tüm bunlar. benim için zorunluluk. sizin içinse zevk. daha otuz yedi yıldır var olan bedenim sizinkilerin karşısında ne kadar gösterişsiz...

yolda bazen annem yaşında kadınlarla karşılaşırım sabahları. benden korkarlar. sokak köpeğine sevecenlikle yaklaşan o kadınlar, beni görünce karşı tarafa geçerler. derler ki; bizim tarafımızda değilsin. korkarak bakarlar göz ucuyla. tiksindiklerini okurum yüzlerinden. başımı kaldırmam, yere bakarım.

tezgahıma ulaşırım sonra. aslına bakarsanız sıcak günler için uygun bir iş, soğuk suda bulaşık yıkamak. o kadar önemli de değildir ne kadar temiz olduğu zaten. az deterjan ve az suyla ne kadar çok bulaşık yıkarsan o kadar iyisindir. ama su faturası kabarık geldiğinde, yanından geçerken selam vermeyi gerekli görmeyen patronun tükürükleri ile yıkar seni. tabii bir de kırar dökersen bolca.

onun dışında fazla muhatap olmazlar benimle. akşamları on liramı elinden verme zahmetine bile girmez, garsonla yollarlar. zahmet etmeyin hemen söyleyeyim, ayda üç yüz lira kazanıyorum. acımanıza gerek yok. sadece bir bulaşık makinasıyım ben.

konuşmayı severim. saçma da olsa bir şeyler anlatmayı, cümlelerimi başkalarının da duymasını. tabii insanlar benim cümlelerimi pek önemsemez. geçiştirilirim genelde. alıştım o yüzden kendimle konuşmaya. yine öyle konuşuyorum işte, acımanızı istediğimden değil. anlık acımaların bir anlamı da yok zaten. tabii belki de bu benim iyi niyetimdir, sizin acıdığınız falan yoktur. konuştukça, bir şeyler anlattıkça nefret bile edebilirsiniz benden. belki de yine kendi cümlelerimi kendim duyuyorumdur sadece. olsun alışığım ben.

hayatım hep bu döngü içerisinde döner gider. size o sıkıcı gelen hayatlarınızdan daha sıkıcı bir hayatım var benim. zamanınızı boşa harcamanızı istemem. hemen başlayayım.

geceleri de aynı yolu yürürüm ben. patronum arabasını kirletmemi ya da kokutmamı istemediğinden. tabii bu yüzden binemediğimi ufak beynimle ben akıl ettim. onun geçerli başka sebepleri vardır belki.

çalıştığım yerden eve varmam için ışıksız yollardan geçerim. karanlıkta pek insan çıkmaz karşıma. ender çıktığı gecelerden biriydi onu gördüğüm gece. uzun kızıl saçlarını fark ettim ilk. aşk anlatan kitaplarınızdaki gibi ay ışığında parlıyordu. ayak seslerimi duyunca adımlarını hızlandırdı. kokum görüntümden önce gitmişti yine. böyle kokan bir adam ancak kötü bir adam olabilirdi. yavaşladım sonra ben de. korkusuyla onu baş başa bırakmak istedim sanırım. ayak seslerimi duyamayınca merakından arkasına döndüğünde bembeyaz yüzünün üstündeki siyah kaşları ve iri gözlerine bakmaktan alamadım kendimi. küçük dünyamda böyle kadınları pek görmem ben. yanımdan geçseler bile yeri izler hep başım. ama bu sefer yere eğemedim.
korkmayın diyebildim sonra. hızla kafasını çevirdi. cevap verme zahmetine girmeyenlerdendi o da. belki de duymamıştır diye yüksek sesle bir daha korkmanıza gerek yok diye bağırdım. koşmaya başladı. o gerekli görmüştü. ben de koştum peşinden. düşünmüyordum artık hiçbir şey. sadece koştum ve onu yakaladım. hani siz filmlerinizde sevgilinizle kovalamaca oynarsınız sonra kolundan yakalarsınız kendinize çeker öpersiniz ya. öyle yapmak istedim ben de. otuz yedi yıldır bir defa olsun öpmek istedim. sizler sevinç kahkahaları atarken o sahnelerde ben çığlıkla karşılandım. öyle bağırıyordu ki... düşünmeyi bıraktım yine. ağzını kapadım. sus sus sus. sonra kurtuldu gitti ellerimden. karanlıkta kaybolup gitti. orada kaldım ben de. düşünmeyi bıraktım.

sonra lacivert kırmızı ışıkları yanan sönen lacivert araba geldi. içinden birileri çıktı. kolumdan oramdan buramdan tutup kafama vura vura araca soktu. vurdular hep sonrasında da, küfür ettiler.
farkıma varmaları insanların ne garipti. su faturasının kabarık gelmesine benziyordu yine ama bu sefer vücutlarını da kullanıyorlardı ve bunu benim için yapıyorlardı.
sonra indirdiler beni soktular binalarına. soktular bir taraflarıma. arada, "ne işin vardı", "ne yaptın kıza" gibi sorular soruyorlardı ama cevap vermeme fırsat vermiyorlardı. vurdular vurdular vurdular. tıktılar bodrumdaki demir odaya. gözlerimi açamıyordum. pes ettim kapattım ben de.

sabah kaldırdılar yine. muhabbetlerini sürdürdüler. hep onlar konuştu onlar vurdu. ben sadece dinledim. anlamıyordum, düşünmüyordum da zaten.

tatmin oldukları zaman bıraktılar beni kapının önüne. kimseye bundan bahsetmeyecekmişim, hemen bugün pılımı pırtımı toplayıp gidecekmişim. önemli birinin kızı olduğundan etrafa duyulmaması için benimle uğraşmayacaklarmış, zaten değmezmişim de. siktir olup gidecekmişim...

ve gittim. artık ayda kazandığım üç yüz liram da yok. umarım içiniz huzurla dolmuştur, sabahları yürürken dinç vücutlarınızla beni görmeyeceksiniz.

1 yorum:

  1. Oldukça monoton bir hikaye gibi giderken o kız cidden bi' heyecan kattı işe, sonrası belki biraz abartı, belki de abartanlardan dolayı öyle olmuş olabilir; ama sonunda bir kahramanlık gösterisi beklerdim doğrusu. (:

    YanıtlaSil