26.4.14

yirmi dakika

Yirmi dakika boyunca gözümü bir şeyden ayırmayacaksam bu güzel bir kadın olmalı diyerek etrafımda güzel bir kadın aradım. Neyse ki mevsimlerden bahar, aylardan da mart olmasa da nisandı. Mekan olarak da kadınların ömürlerinin üçte birini geçirdikleri kocaman avm’lerden birini seçmiş olmamdan sebep etrafımda alabildiğine taytlı, güneş gözlüklü “güzel kadın” vardı. Ancak yemeksepeti’ni kullananlar bilir, bir şeyin fazla olması da seçerken bir hayli zorlanmanıza neden oluyor. O yüzden yapacağım yirmi dakikalık gözlem için iki kocaman saatimi hunharca harcadım. Tabii bu emeklerim sonucunda sizler için çok güzel bir kadın seçtim merak etmeyin.
Saat üç yönünde buldum onu. Tek başına oturuyor olması iyiydi. Çapraz bir cepheden bana dönük olması da öyle… Tayt giymemiş olması ilk başlarda beni endişelendirse de kafasına taç gibi taktığı devasa güneş gözlüğü, baykuş kolyesi, bir devden ödünç aldığı bol kazağı, platin sarısı saçları ve son olarak geçirdiği evrim sonucu elinden çıkan bir uzuv olması muhtemel "çok akıllı telefon"uyla aradığım kişiyi bulduğuma karar verdim ve kronometreye bastım.
Ben kronometreye bastığımda o da telefonu elinden bıraktı. Menüye hızlı hızlı göz attı. Daha doğrusu bir sayfa aradığı belliydi. O sayfayı bulunca da parmağını yukarıdan aşağıya doğru dikkatlice indirdi. Bu hareketleri işini bilen bir “cafe tikisi” olduğunun ispatıydı. Kafasını birden menüden kaldırınca yakalandığımı düşünerek kafamı hızla önüme eğdim. Korkmuştum. Oysa o garsonu çağırmıştı. Müzik ve insan sesinden ne konuştuklarını anlamadım. Ama yaptığı el hareketleriyle muhtemelen garsona kahvesinin eşkalini veriyordu. Garson adisyona kahvenin robot resmini çizdikten sonra gülümsedi ve gitti. Oysa aynı garson ben orta Türk Kahvesi istediğimde bir gülümsemeyi bana çok görmüştü. Garsona sinirli bir bakış attım ama oralı olmadı. Dağa küsen bir tavşandan farkım yoktu.
Kahvesini beklerken yeniden çok akıllı olduğu cıvıl cıvıl kılıfından belli telefonunu eline aldı. Parmakları o kadar süratliydi ki imrenerek baktım o dakikalar. Ben hala hayali tuşlara basmakta sıkıntı çekerken o son derece kendinden emindi. Hata yaptığından zerre şüphelenmediği belliydi. Bense defalarca “geliyorum” yazmak isterken “gidiyorum” yazıp göndermiştim karşı tarafa.
Ve kahve geldi. Aslında kahveden çok ayran gibiydi. Hani şu üstünde bembeyaz köpüğü olan kahvelerdendi. Neyse ki alt tarafını gösteren saydam bir bardakta olduğu için kahve rengini gösteriyordu. Yoksa gerçekten ayran içiyorum diyerek insanlar kandırılabilirdi.
Kahvesinin köpüğünden kaşıkla bir iki defa aldı. Ancak bunu yaparken bir yandan telefonla konuşuyordu ve ben yine hiçbir şey duyamıyordum.

O, "gerçekten çok akıllı telefon"uyla konuşurken benim kendine yetecek kadar aklı olan telefonum sürenin bittiğini söyledi. Ben de gözlerimi dinlendirmek için hemen yan masama birkaç dakika önce oturan kızıla bakmaya karar verdim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder