Yirmi dakika boyunca gözümü bir şeyden ayırmayacaksam bu güzel
bir kadın olmalı diyerek etrafımda güzel bir kadın aradım. Neyse ki
mevsimlerden bahar, aylardan da mart olmasa da nisandı. Mekan olarak da kadınların
ömürlerinin üçte birini geçirdikleri kocaman avm’lerden birini seçmiş olmamdan
sebep etrafımda alabildiğine taytlı, güneş gözlüklü “güzel kadın” vardı. Ancak yemeksepeti’ni
kullananlar bilir, bir şeyin fazla olması da seçerken bir hayli zorlanmanıza
neden oluyor. O yüzden yapacağım yirmi dakikalık gözlem için iki kocaman
saatimi hunharca harcadım. Tabii bu emeklerim sonucunda sizler için çok güzel
bir kadın seçtim merak etmeyin.
Saat üç yönünde buldum onu. Tek başına oturuyor olması
iyiydi. Çapraz bir cepheden bana dönük olması da öyle… Tayt giymemiş olması ilk
başlarda beni endişelendirse de kafasına taç gibi taktığı devasa güneş gözlüğü,
baykuş kolyesi, bir devden ödünç aldığı bol kazağı, platin sarısı saçları ve
son olarak geçirdiği evrim sonucu elinden çıkan bir uzuv olması muhtemel "çok
akıllı telefon"uyla aradığım kişiyi bulduğuma karar verdim ve kronometreye
bastım.
Ben kronometreye bastığımda o da telefonu elinden bıraktı. Menüye
hızlı hızlı göz attı. Daha doğrusu bir sayfa aradığı belliydi. O sayfayı
bulunca da parmağını yukarıdan aşağıya doğru dikkatlice indirdi. Bu hareketleri
işini bilen bir “cafe tikisi” olduğunun ispatıydı. Kafasını birden menüden
kaldırınca yakalandığımı düşünerek kafamı hızla önüme eğdim. Korkmuştum. Oysa o garsonu çağırmıştı. Müzik ve
insan sesinden ne konuştuklarını anlamadım. Ama yaptığı el hareketleriyle
muhtemelen garsona kahvesinin eşkalini veriyordu. Garson adisyona kahvenin robot
resmini çizdikten sonra gülümsedi ve gitti. Oysa aynı garson ben orta Türk
Kahvesi istediğimde bir gülümsemeyi bana çok görmüştü. Garsona sinirli bir
bakış attım ama oralı olmadı. Dağa küsen bir tavşandan farkım yoktu.
Kahvesini beklerken yeniden çok akıllı olduğu cıvıl cıvıl kılıfından
belli telefonunu eline aldı. Parmakları o kadar süratliydi ki imrenerek baktım
o dakikalar. Ben hala hayali tuşlara basmakta sıkıntı çekerken o son derece
kendinden emindi. Hata yaptığından zerre şüphelenmediği belliydi. Bense defalarca
“geliyorum” yazmak isterken “gidiyorum” yazıp göndermiştim karşı tarafa.
Ve kahve geldi. Aslında kahveden çok ayran gibiydi. Hani şu
üstünde bembeyaz köpüğü olan kahvelerdendi. Neyse ki alt tarafını gösteren
saydam bir bardakta olduğu için kahve rengini gösteriyordu. Yoksa gerçekten
ayran içiyorum diyerek insanlar kandırılabilirdi.
Kahvesinin köpüğünden kaşıkla bir iki defa aldı. Ancak bunu
yaparken bir yandan telefonla konuşuyordu ve ben yine hiçbir şey duyamıyordum.
O, "gerçekten çok akıllı telefon"uyla konuşurken benim kendine
yetecek kadar aklı olan telefonum sürenin bittiğini söyledi. Ben de gözlerimi
dinlendirmek için hemen yan masama birkaç dakika önce oturan kızıla bakmaya
karar verdim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder