5.10.15

Lütfen Bana Yazın

Gereği bu defa benim için düşünüldü. Yeşilçam filmlerinde başkaları için acımasız yıllar düşünüldüğünde insana koymuyor ama söz konusu sizseniz ve bu bir film değilse -bir de altmış beş yaşında olma durumu var tabii- heyecandan kalbiniz sanki bir süreliğine durup sonra tekrar atmaya devam ediyor. Sonra hesap ediyorsun hemen ve içinden “seksen üç” diyebiliyorsun sadece.

Artık senesini unuttum, altmış beşime kadar devlet dairesinde memurluk yaptım ben. Sonra “seninle işimiz bitti” deyip kapıyı gösterdiler. Çalışmak için yanıp tutuştuğumdan değil, aylığın azalmasından korktuğumdan bu yaşıma kadar direndim. Yoksa daha ilk iş günümden son iş günüme kadar midem bulanmıştı hep o sarı dosyalara bakmaktan.

Emekli olunca adı ikramiye olan ancak lotonun verdiği büyük ikramiyelerin yanında ufacık kalan parayla karımın da ısrarıyla -haklıydı ama kadıncağız, hep kiralık dairelerde süründü sayemde- bir ev almaya karar verdik. Elimdeki yetmeyince de tefeciden -burada tefeci demem sizi yanıltmasın, bankadan anlayacağınız- para almak zorunda kaldım. Onu da zorla alabildim tabii yaşım tutmayınca daha doğrusu buna tutmak denilemez şöyle söyleyeyim iyice ölüme yaklaştığımdan vermek istemediler. Sağ olsun bizim oğlan “baba ben çekerim, sen de bana ödersin” deyince boynumu büktüm, kabul ettim. Sonradan kulağıma geldi karısından epey laf yemiş. E haklı da çıktı nihayetinde.

Krediyi ödemek için iş aramaya başladım. Yoksa aylıktan elde kalan bir şey yok krediye verince. Altmış beş yaşında iş bulmak zor. Ayakta gezen bir ölü gibi bakıyorlar insana. Kim bilir arkamdan da gülüyorlardır. Nihayetinde pizzacı oldum ben de. Hem de motorcu oldum. Bilirsiniz işte otuz dakikada kapınızdayım, yani kapınızdaydım, eskiden.

Laf yediğim çok oldu. Para vermemek için direten de… Bilmiyorlar ki parası maaşımdan kesiliyor. Bilmeleri neyi değiştirirdi sahi. Birbirimizi düşünmeyi bırakalı çok oldu. Her neyse uzatmayacağım. Fikirlerim de cebim kadar boştur.

Yağmur yağdığında bir yerlere yetişmenin ne kadar zor olduğunu herkes bilir. İstanbul tam bir cehennem! Nasıl olur da otuz dakikada sıcak pizzalarına kavuşabileceklerine inanırlar! Tam olarak ne kadar geciktim bilmiyorum ama evet geciktiğim doğrudur. Üç dakika mı ya da beş dakika?

Sırılsıklam bir halde zile bastım. Hep duyduğum o cızırtıyla kapı açıldı. Söylenilen dördüncü kata çıkmaya başladım-asansörsüz apartmanlardan nefret ederim- her katta geciken o fotoselli dedikleri ışıklardan vardı ki bu bir süre karanlıkta elinizi amaçsızca sallayarak gitmenizden başka bir işe yaramaz.

Nihayet dördüncü kata vardığımda kapıda beni bekleyen sinirli insanla karşılaştım. Burada onun ne cinsiyeti ne de diğer etiketleri önemli. Herhangi biri işte.

Gülerek “kusura bakmayın, malum yağmur” der demez birtakım acımasız şeyler söylemeye başladı ve burada söylediklerinin de bir önemi yok. Her zaman kendimizden altta gördüklerimize sarf ettiğimiz sözler.

Önemli olan benim yani altmış beş yaşında birinin ne yaptığı. O, bu anlatılanların tek farklı kısmı sanırım. Belki de değil, bilmiyorum. “İnsanların sınırları vardır” gibi beylik laflar etmeyeceğim. Sadece şimdi düşündüğümde hala şaşırıyorum. Normalde pos cihazına kartını sürtmem gerekirdi ancak ben onu bir silah gibi kafasında parçaladım. Evet, normalde böyle şeyler yapmayız. Ancak bundan pek de farklı şeyler yaptığınızı söyleyebilir misiniz? Sözlerinizde ya da düşlerinizde fark etmez. Ben sadece gerçeğe dönüştürdüm. İçinizden geçenleri. Bu kadar.

Lütfen bana yazın. Burada günler pek geçmiyor. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder